Amasya

Kentin güneyine düşen, Ferhat Dağları’nın şehre bakan yamacında, mesire yerleri, bahçeleri ve köşkleri ile ünlü Çakallar Tepesi’ndeyim. Amasya’yı en güzel buradan ya da Harşena Tepesi’nde bulunan kaleden görmek mümkün. Şehir tüm görkemiyle hemen altımızda. Kenti iki eşit yakaya ayıran Yeşilırmak hışımla akıyor. Sarp kayalar üzerine kurulmuş kale tam karşımızda, bulutlar içinde gökyüzüne yükseliyor. Kaleyi taşıyan tepenin eteklerinde Pontus Kral Mezarlıkları binlerce yıldır kenti beklercesine heybetle duruyorlar. Çakallar Tepesi’nden şehre inerek kendimi sokaklara atıyor, hiçbir plân yapmadan neresi ilgimi çekerse oraya yöneliyor, merakla dolaşıyorum Amasya’yı. Güneyinde Ferhat (Pontus) Dağları, kuzeyinde Canik Dağları, batısında Helkis ve Karaman Dağları ile çevrili, binlerce yılda oluşmuş bir vadinin içinde kurulan Amasya; birçok dönemin, uygarlıkların, medeniyetlerin izlerini taşıyan bir tarih, bir müze şehir sanki. Burada yapılan kazılar sonucu, ilk yerleşimin M.Ö. 5500 yıllarına dek uzandığı ve kesintisiz olarak günümüze dek sürdüğü görülmüş. Yöreden Hititler, Phyrigler, Kimmerler, Amazonlar başta olmak üzere 11 medeniyet gelip geçmiş tarih boyunca. 1071 yılında Anadolu’ya giren Alparslan’ın komutanlarından Melik Ahmet Danişment Gazi, 1075 yılında kenti fethederek buradaki ilk Türk egemenliğini kurmuş. Osmanlılar döneminde “şehzadeler kenti” olan Amasya, uzun bir dönem de çeşitli beyliklere yurt olmuş. Müze ev olarak kullanılan Hazeranlar Konağı’ndayım. Konak 19. yüzyıl Osmanlı döneminin klâsik sivil mimari örneği. Konağın içinde üçayak kullanarak fotoğraf çekmeme izin verilmiyor. Sıkıntıyla müze evden ayrılıyorum. 1266 yılında Amasya Valisi Emir Seyfeddin Torumtay tarafından yaptırılmış, sırlı tuğlaları ve turkuaz renkli çinileriyle Selçuklu dönemine ait Gök Medrese’yi; Ziya Paşa Bulvarı’nda bulunan, 1485’te Şehzade Ahmed Bey tarafından yaptırılmış; içinde imaret, medrese, şadırvan ve tabhane bulunan Sultan II. Beyazid Külliyesi’ni gezince keyfim yerine geliyor.



M.Ö. 20-M.S. 395 tarihleri arasında Romalılar’ın hüküm sürdüğü Amasya ve çevresinde bu uygarlığa ait su kanalları, köprüler, kaleler ve benzeri eserlerden bazıları günümüze kadar gelmiş. Bunlar arasında, Yeşilırmak üzerinde kurulmuş yedi köprüden en önemlisi olan Alçak Köprü de Roma döneminde ait önemli eserlerden biri. Bir diğeri ise, Pontus Kralı Mithradates’in yaptırdığı sanılan dev boyutlardaki anıt mezarlar. 20-25 metre yükseklikte düz bir duvar görünümündeki kalker kayalara oyulmuş anıt mezarlardan il sınırları içinde toplam 12 tane var. Kalenin doğu kısmında, Kızlar Sarayı denilen bölümde burçlara kurulmuş gazino ve çay bahçeleri var. Selçuklular döneminde burada yapılan cami ve medrese gibi eserlerden hiçbiri günümüze ulaşmamış. Burada keyifle içtiğim çaylardan sonra kaleye çıkıyorum. Amasya Kalesi (Harşena Kalesi) neredeyse tüm şehre hakim. Ne yana baksam uçsuz bucaksız dağlar uzanıyor. Irmağa düşecekmiş gibi boydan boya sıralanan eskimiş, kimileri onarılmış, rengârenk “Yalıboyu Evleri”, camiler, kırmızı çatılar kalenin hemen altından, evlerin arasından kıvrıla büküle geçen demiryolu görüntüye ayrı bir güzellik katıyor. Burada yapılan kazılar sonucu, Hitit ve Frigya medeniyetlerinin izlerini taşıyan eserler bulunmuş. Helenistik devirden kalan sur duvarlarına, Pontus Krallığı, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde çeşitli eklemeler yapılmış. Dört kapıya sahip kale, Roma devrinde Yeşilırmak kıyısına kadar genişletilmiş. Enderun Kalesi adıyla bilinen bu bölümdeki tarihî kent dokusu korunmuş. Özenle korunan tarihî evlerin bulunduğu Yalıboyu mevkiindeyim. Etrafımı çocuklar sarıyor. Sokakları birlikte dolaşıyoruz. Amasya’nın simgelerinden biri olan tarihî evler koruma altına alınmış. Daha sonra 1309’da İlhanlı döneminde yapılan ve akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği ilk hastane olan Mibarhane’yi (Darüşşifa), Burmalı Minare Camii 'ni, Fethiye Camii’ni, Kapıağası Medresesi’ni günün yorgunluğuna rağmen hevesle geziyorum. Amasya’da, Selçuklu ve Osmanlılar’dan kalma çok sayıda cami, imaret, han, hamam ve bedesten restore edilmiş ve bu eserlerden bir çoğu günümüzde de kullanılmakta.

İlk çağın ünlü coğrafyacısı Strabon, M.Ö. 64 yılında Amasya’da doğmuş. Strabon, antik dünyayı neredeyse karış karış gezip, dönemin ünlü coğrafyacılarından ve doğa bilimcilerinden ders alıp, doğduğu yer olan Amasya’ya geri dönmüş ve 17 kitaptan oluşan ünlü Geographika’yı burada yazmış.

Amasya tarihini 25 yıllık bir çalışma ile araştırıp yazan Amasyalı Abdizade Hüseyin Hüsameddin (1869 - 1939), Amasya isminin tarihte Amazis, Amisa, Amesia, Amas gibi çeşitli isimlerle anıldığını söyler. Bunun da büyük bir olasılıkla, “Amas” adlı bir hükümdarca kurulduğuna işaret ettiğini yazar. Ayrıca Amasya isminin yörede yaşayan Amazonlardan geldiğini söyleyenler de var. Tarih boyunca o kadar çok kavim gelip geçmiş ki, yörede herşey birbirine karışmış.

Geçmişte böylesine hareketli olan il, bugün sessiz ve sakin. Sokaklar temiz ve düzenli. Kamu kuruluşlarında çalışan memurların dışında halkın geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. Kiraz, üzüm ve ünlü elma bahçeleri, Ferhat ile Şirin’in aşkına yakıştırılan, antik çağda Pontus hükümdarlarınca yaptırılan Ferhat Su Kanalı, tarihi, doğası, mesire yerleri, semaveri, türküleriyle ünlü Amasya’da gökyüzü laciverte giderken kentin cılız ışıkları tek tek yanmaya başlıyor. Yeşilırmak’ın kıyısındayım. Karşımda Kızlar Sarayı, Kral Mezarlıkları, Hazeranlar Konağı ışıl ışıl parlıyor. Hava oldukça soğuk ama yaşadıklarım, gördüklerim tatlı bir anı olup içimi ısıtıyor.
Amasya Amasya Reviewed by Editor on Cumartesi, Ocak 25, 2014 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.