Havana’nın dans mabedi Tropicana
Dünyanın en ünlü kabaresi Tropicana, sadece en iyilere layıktır. Bu işi hakkıyla yerine getirmek için dansçıların ne kadar büyük fedakârlıklarda bulunduklarını, izleyicilerin çoğu farketmez. Oysa, her yıl Küba’nın en iyilerinden 600 dansçının başvurduğu Tropicana’da, bir dans sahneye konulana dek litrelerce ter ve gözyaşı dökülür...
Fernando Valdes stüdyonun ortasında duruyor ve karşısında bir oda dolusu genç dansçı var. “Bugün galiba canınız pek dans etmek istemiyor,” diyerek gülümsüyor ve herkes kıkırdamaya başlıyor. “Böyle dans etmeye devam ederseniz, yetenekli ve müthiş birer pizzacı, taksi şoförü, tuvalet bekçisi veya benzin pompacısı olabilirsiniz,” diyor bir orkestra şefinin hareketlerini andıran el hareketleriyle. Ve sonra, yumuşak bir sesle ekliyor: “Olamayacağınız tek bir şey var: Tropicana dansçısı.”
Havana’daki en göz alıcı kabare, bazılarına göre ise dünyanın en güzel kulübü olan Tropicana’da dans etmek, birçok Kübalının paylaştığı bir hayal. Işıklar kapanır, yıldızlar parıldar, bu tropik gecenin esintileri avuç içlerine dokunur ve geçer.
Müzik başladığında sahne şeker gibi renklerle ışıldamaya; etrafı tüylerle çevrilmiş üç düzine yuvarlak kalça kıpır kıpır oynamaya başlar. Bu iki saatlik dans, müzik ve akrobasi maratonunun sadece başlangıcıdır ve turistler içindir. 65-85 $ arası olan katılım ücreti, sıradan bir Kübalı için çok yüksektir.
Kültürün bir parçası...
Ama zaman Tropicana’da birçok şeyi değiştirmiş. “İnsanlar Tropicana diyince güzel ve ateşli şov kızlarını düşünüyor,” diyor kulübün sözcüsü Juan Carlos Aguilar. Bu gerçeğe rağmen kulüp “vücutları biraz örtmek” için birkaç cesur adım atmış durumda. Tambores en Concierto yani Konserdeki Davullar adlı yeni bir şov üzerine çalışılıyor. Daha çok teatral özellikleri ve konusuyla öne çıkan bir şov bu. Davulların hayaleti olan bir erkek karakterin etrafında yoğunlaşan oyunda temel, Küba dans ve müzikleri üzerine kurulmuş.
Kulübün dans okulu direktörü Fernando Valdes, yeni şovun koreografisinde önemli role sahip. Valdes’in kulübe katıldığı 1970’li yılların eğlence anlayışını andıran bir koreografi bu. Kulüp 1940’larda, Amerikalı turistlere hizmet veren bir Casino olarak kurulmuş. Ancak bir süre dirense de, 1959 devrimiyle ihtişamlı günlerini geride bırakarak 1968’de tamamen kapatılmış. Ve peşpeşe kapatılan mekânlarla birlikte, bir tartışma başlamış: Küba halkı için kabare ve dansın rolü neydi? Bu kültürün değişmez bir parçası mı, yoksa gözden düşmekte olan kapitalizmin bir manifestosu muydu? Sonunda orijinal Küba ruhu galip gelmiş ve kulüp 1970’te yeniden açılmış.
Zorlu yarış...
Sahne arkasında muazzam bir makyaj fırtınası esiyor. Gösterişli giyinmeye düşkün Kübalıların bayıldığı, cıvıl cıvıl kostümler ortalığa yayılmış durumda. Üstelik hiçbir Havanalının almaya gücünün yetmeyeceği kadar pahalı kostümler bunlar.
İşte tüm bu atmosferin bir parçası olmak için, her sene aralık ortasında, 600 güzel dansçı Tropicana’ya başvuru sırasına girmeye başlar. Mini etekleri ve tişörtleriyle sırada bekleyen genç adayların yanlarında, ya anneleri ya da arkadaşları vardır. Yaşları 16 ile 20 arasında değişen adaylar, uzun boyları, düzgün fizikleri, sıkı kalçaları, dimdik duran sırtları ve güzel yüzleriyle dikkat çeker. Seçmeler başladığında, üzerlerinde sadece bir bikini kalana kadar soyunurlar.
Hocalar, adaylar arasında seçim yaparken gerekli materyalleri seçip ayıklayan bir heykeltraş gibi davranır. Önce duruş ve esneklik gelir: “Kaldır bacağını. Esnet. Biraz daha esnet!”. Fernando el çırparak bir rumba temposu tutturuyor ve tempoyu kaçıran dansçı, daha sonra çok zorluk çekeceği için en baştan eleniyor: “İyi günler, biz sizi ararız, siz aramayın.” Seçmeleri başarıyla geçen 80 kişinin keyfine diyecek yok, ancak kendilerini bundan sonra nelerin beklediğini bilmiyorlar. Bunlardan en fazla bir düzinesi Tropicana’da dans ediyor olacak. Hatta belki de hiçbiri... Tabii, % 110 başarı gösteremezlerse. 12 ay boyunca ders programında sabahları bale, öğleden sonra halk dansları, akşamın erken saatlerinden gece yarısına kadar da bolero ve rumba var. Maité öğretmen, Usta Juan Carlos ve Spinola... Hepsi sürekli bağırıp çağırıyor ve şikayet ediyor. Bağırmayan yalnızca Fernando ve bu aslında daha da kötü. Üç tane dersi kaçırdın mı kovulursun. Bacağını yeteri kadar yukarı kaldıramazsan kovulursun. Kusursuz piruetler atamazsan, yine kovulursun. 3 ay sonra bu gençlerin sadece yarısı kalıyor. Üstelik ayakları yara bere içinde, bale ayakkabıları defalarca yırtılıp bantlarla tutturulmuş halde... Tavandaki havalandırma ise yorgunluğun yarattığı sıcak ter ve korkunun yarattığı soğuk terle başa çıkmakta yetersiz kalıyor. Hepsinden zoru ise yerçekimini yok saymak. Atlamalar, sıçramalar, parmak ucunda dönüşler, hepsi vücut sanki helyum ile doluymuş gibi yapılmalı.
6 ay sonra, geriye 20 kişi kalıyor...
Yavaş yavaş övgü ve takdirler başlıyor: “Sen artık önemli birisin. Vazgeçme!”. Eleştirel uyarılar ise bitmiyor: “Mekanik dans etme. Hissetmezsen dans da edemezsin. Vücut dili yalan söylemez”. 20 yaşındaki Deyvis Limonta, Fernando’nun en gözde öğrencisi. Şimdiye kadar hiçbir dersi kaçırmamış. Şehir dışında, varoşlarda yaşayan Deyvis, “Benim derdim para kazanmak değil; zevk aldığım işi yapıyorum ve önemli olan da bu,” diyor. 9 yaşından beri bale dersleri alıyor. Bale okuluna gitmek için sabahları 5’te kalkıyor. Oradan da Tropicana’nın yolunu tutuyor ve genellikle evine gece yarısından önce dönemiyor. Kusursuz piruetler atıyor ve şöyle diyor: “Vücudum dansetmek için yalvarıyor”. Raisa Jessy Gonzalez
Montero’nun annesi de çocuğuyla gurur duyanlardan. “Şu vücuda bakın; sadece 16 yaşında!” diyor. Raisa iyi eğitimli bir kadın ve Jessy’yi tek başına büyütmüş. Jessy Tropicana’da çok başarılı sayılmaz ve annesi bunu öğrenir diye çok korkuyor. Denge kurmakta zorlanıyor, piruetleri dağınık ve gülümsemesi çok kırılgan. Deodorantını ödünç veriyor ve deodorant geri geldiğinde ter kokuyor olduğunu farkedince bile ağlamaya başlıyor. Onu psikiyatriste bile yolladılar. Jessy ile ilgili olan her şey öyle belirsiz ve akışkan ki... Üstelik hareketleri ve dans edişi fazla dikkatli ve tutkudan uzak.
Son test aşaması için adaylar her şeylerini ortaya koymak zorundalar. 2 saat erken gelip adımlarını çalışıyorlar. “Bakar mısınız hocam! Bu adım nasıl olmuş?” İki erkek öğrenci o sırada temizlikçi kadını aralarında sıkıştırıp havaya kaldırıyorlar ve temizlik kovası havada tehlikeli daireler çiziyor. Deyvis ise gardroptan sorumlu görevliyi ablukaya almış durumda. Jessy elemeleri geçemedi. Ama annesinin bir B planı var. “Şu vücuda bakın,” diyerek kızının minicik elbisesinin yakasını iyice açan anne, küçük kızını biraz utandırıyor anlaşılan. “Anne yapma!” diyor Jessy kızararak ve umutsuz bir bakış fırlatarak odadan uzaklaşıyor. Neredeyse utancından ölecek.
Mezuniyet seremonisi...
Aileler mezuniyet seremonisi için bir araya gelmişler. Garson siz otururken sandalyenizi tutuyor. Masada bir şişe rom var. Tam da torunlara anlatılacak türden bir tecrübe bu. Sahnede perdenin arkası gittikçe daha karışık bir hal alıyor. Makyaj masalarında bir telaştır gidiyor. Dansçıların “dönüşümü” işte burada başlıyor. İki düzine boya kutusu, altın, gümüş, parlak mavi ve koyu kadife kırmızısından kan kırmızısına kadar bir palet dolusu kırmızı. Dev boylarda takma kirpikler, tüyler, gösterişli kıyafetler ve “dönüşüm”ü tamamlamak için çeşitli payetler...
Bazı dansçılar dayanamayıp perdenin arasından hızlı bir bakış atıyor seyircilere doğru. “Gerçekten de hepsi gelmiş! Anne buradayım, bu tarafa bak!”.
Bir anda müzik başlayıveriyor. Müzikle her şey daha rahat bir hal alıyor. Deyvis sahne arkasından ufak dönüşler yaparak atıyor kendini sahneye doğru; babası heyecandan tir tir titriyor. Deyvis sahne ışıklarının tam merkezinde. Gülümsüyor ve şu cümleyi aklından geçiriyor: “Her ne olursa olsun, gülümse. Gülümsemeye devam et!”. “Seyircilere asla bakma,” diyordu Fernando, “uzakta bir nokta belirle ve hep ona bak.”
Dansçılar masaların aralarındaki dar koridorlara doğru süzülüyorlar. Deyvis’in kocaman gözleriyle bakışı kovalardaki buzları bile eritebilecek cinsten. Ve işte Tropicana’nın büyüsü devam ediyor; yeni bir jenerasyonun heyecanlı ve kıpır kıpır dansçılarıyla, geleceğin yıldızlarıyla...
Fernando Valdes stüdyonun ortasında duruyor ve karşısında bir oda dolusu genç dansçı var. “Bugün galiba canınız pek dans etmek istemiyor,” diyerek gülümsüyor ve herkes kıkırdamaya başlıyor. “Böyle dans etmeye devam ederseniz, yetenekli ve müthiş birer pizzacı, taksi şoförü, tuvalet bekçisi veya benzin pompacısı olabilirsiniz,” diyor bir orkestra şefinin hareketlerini andıran el hareketleriyle. Ve sonra, yumuşak bir sesle ekliyor: “Olamayacağınız tek bir şey var: Tropicana dansçısı.”
Havana’daki en göz alıcı kabare, bazılarına göre ise dünyanın en güzel kulübü olan Tropicana’da dans etmek, birçok Kübalının paylaştığı bir hayal. Işıklar kapanır, yıldızlar parıldar, bu tropik gecenin esintileri avuç içlerine dokunur ve geçer.
Müzik başladığında sahne şeker gibi renklerle ışıldamaya; etrafı tüylerle çevrilmiş üç düzine yuvarlak kalça kıpır kıpır oynamaya başlar. Bu iki saatlik dans, müzik ve akrobasi maratonunun sadece başlangıcıdır ve turistler içindir. 65-85 $ arası olan katılım ücreti, sıradan bir Kübalı için çok yüksektir.
Kültürün bir parçası...
Ama zaman Tropicana’da birçok şeyi değiştirmiş. “İnsanlar Tropicana diyince güzel ve ateşli şov kızlarını düşünüyor,” diyor kulübün sözcüsü Juan Carlos Aguilar. Bu gerçeğe rağmen kulüp “vücutları biraz örtmek” için birkaç cesur adım atmış durumda. Tambores en Concierto yani Konserdeki Davullar adlı yeni bir şov üzerine çalışılıyor. Daha çok teatral özellikleri ve konusuyla öne çıkan bir şov bu. Davulların hayaleti olan bir erkek karakterin etrafında yoğunlaşan oyunda temel, Küba dans ve müzikleri üzerine kurulmuş.
Kulübün dans okulu direktörü Fernando Valdes, yeni şovun koreografisinde önemli role sahip. Valdes’in kulübe katıldığı 1970’li yılların eğlence anlayışını andıran bir koreografi bu. Kulüp 1940’larda, Amerikalı turistlere hizmet veren bir Casino olarak kurulmuş. Ancak bir süre dirense de, 1959 devrimiyle ihtişamlı günlerini geride bırakarak 1968’de tamamen kapatılmış. Ve peşpeşe kapatılan mekânlarla birlikte, bir tartışma başlamış: Küba halkı için kabare ve dansın rolü neydi? Bu kültürün değişmez bir parçası mı, yoksa gözden düşmekte olan kapitalizmin bir manifestosu muydu? Sonunda orijinal Küba ruhu galip gelmiş ve kulüp 1970’te yeniden açılmış.
Zorlu yarış...
Sahne arkasında muazzam bir makyaj fırtınası esiyor. Gösterişli giyinmeye düşkün Kübalıların bayıldığı, cıvıl cıvıl kostümler ortalığa yayılmış durumda. Üstelik hiçbir Havanalının almaya gücünün yetmeyeceği kadar pahalı kostümler bunlar.
İşte tüm bu atmosferin bir parçası olmak için, her sene aralık ortasında, 600 güzel dansçı Tropicana’ya başvuru sırasına girmeye başlar. Mini etekleri ve tişörtleriyle sırada bekleyen genç adayların yanlarında, ya anneleri ya da arkadaşları vardır. Yaşları 16 ile 20 arasında değişen adaylar, uzun boyları, düzgün fizikleri, sıkı kalçaları, dimdik duran sırtları ve güzel yüzleriyle dikkat çeker. Seçmeler başladığında, üzerlerinde sadece bir bikini kalana kadar soyunurlar.
Hocalar, adaylar arasında seçim yaparken gerekli materyalleri seçip ayıklayan bir heykeltraş gibi davranır. Önce duruş ve esneklik gelir: “Kaldır bacağını. Esnet. Biraz daha esnet!”. Fernando el çırparak bir rumba temposu tutturuyor ve tempoyu kaçıran dansçı, daha sonra çok zorluk çekeceği için en baştan eleniyor: “İyi günler, biz sizi ararız, siz aramayın.” Seçmeleri başarıyla geçen 80 kişinin keyfine diyecek yok, ancak kendilerini bundan sonra nelerin beklediğini bilmiyorlar. Bunlardan en fazla bir düzinesi Tropicana’da dans ediyor olacak. Hatta belki de hiçbiri... Tabii, % 110 başarı gösteremezlerse. 12 ay boyunca ders programında sabahları bale, öğleden sonra halk dansları, akşamın erken saatlerinden gece yarısına kadar da bolero ve rumba var. Maité öğretmen, Usta Juan Carlos ve Spinola... Hepsi sürekli bağırıp çağırıyor ve şikayet ediyor. Bağırmayan yalnızca Fernando ve bu aslında daha da kötü. Üç tane dersi kaçırdın mı kovulursun. Bacağını yeteri kadar yukarı kaldıramazsan kovulursun. Kusursuz piruetler atamazsan, yine kovulursun. 3 ay sonra bu gençlerin sadece yarısı kalıyor. Üstelik ayakları yara bere içinde, bale ayakkabıları defalarca yırtılıp bantlarla tutturulmuş halde... Tavandaki havalandırma ise yorgunluğun yarattığı sıcak ter ve korkunun yarattığı soğuk terle başa çıkmakta yetersiz kalıyor. Hepsinden zoru ise yerçekimini yok saymak. Atlamalar, sıçramalar, parmak ucunda dönüşler, hepsi vücut sanki helyum ile doluymuş gibi yapılmalı.
6 ay sonra, geriye 20 kişi kalıyor...
Yavaş yavaş övgü ve takdirler başlıyor: “Sen artık önemli birisin. Vazgeçme!”. Eleştirel uyarılar ise bitmiyor: “Mekanik dans etme. Hissetmezsen dans da edemezsin. Vücut dili yalan söylemez”. 20 yaşındaki Deyvis Limonta, Fernando’nun en gözde öğrencisi. Şimdiye kadar hiçbir dersi kaçırmamış. Şehir dışında, varoşlarda yaşayan Deyvis, “Benim derdim para kazanmak değil; zevk aldığım işi yapıyorum ve önemli olan da bu,” diyor. 9 yaşından beri bale dersleri alıyor. Bale okuluna gitmek için sabahları 5’te kalkıyor. Oradan da Tropicana’nın yolunu tutuyor ve genellikle evine gece yarısından önce dönemiyor. Kusursuz piruetler atıyor ve şöyle diyor: “Vücudum dansetmek için yalvarıyor”. Raisa Jessy Gonzalez
Montero’nun annesi de çocuğuyla gurur duyanlardan. “Şu vücuda bakın; sadece 16 yaşında!” diyor. Raisa iyi eğitimli bir kadın ve Jessy’yi tek başına büyütmüş. Jessy Tropicana’da çok başarılı sayılmaz ve annesi bunu öğrenir diye çok korkuyor. Denge kurmakta zorlanıyor, piruetleri dağınık ve gülümsemesi çok kırılgan. Deodorantını ödünç veriyor ve deodorant geri geldiğinde ter kokuyor olduğunu farkedince bile ağlamaya başlıyor. Onu psikiyatriste bile yolladılar. Jessy ile ilgili olan her şey öyle belirsiz ve akışkan ki... Üstelik hareketleri ve dans edişi fazla dikkatli ve tutkudan uzak.
Son test aşaması için adaylar her şeylerini ortaya koymak zorundalar. 2 saat erken gelip adımlarını çalışıyorlar. “Bakar mısınız hocam! Bu adım nasıl olmuş?” İki erkek öğrenci o sırada temizlikçi kadını aralarında sıkıştırıp havaya kaldırıyorlar ve temizlik kovası havada tehlikeli daireler çiziyor. Deyvis ise gardroptan sorumlu görevliyi ablukaya almış durumda. Jessy elemeleri geçemedi. Ama annesinin bir B planı var. “Şu vücuda bakın,” diyerek kızının minicik elbisesinin yakasını iyice açan anne, küçük kızını biraz utandırıyor anlaşılan. “Anne yapma!” diyor Jessy kızararak ve umutsuz bir bakış fırlatarak odadan uzaklaşıyor. Neredeyse utancından ölecek.
Mezuniyet seremonisi...
Aileler mezuniyet seremonisi için bir araya gelmişler. Garson siz otururken sandalyenizi tutuyor. Masada bir şişe rom var. Tam da torunlara anlatılacak türden bir tecrübe bu. Sahnede perdenin arkası gittikçe daha karışık bir hal alıyor. Makyaj masalarında bir telaştır gidiyor. Dansçıların “dönüşümü” işte burada başlıyor. İki düzine boya kutusu, altın, gümüş, parlak mavi ve koyu kadife kırmızısından kan kırmızısına kadar bir palet dolusu kırmızı. Dev boylarda takma kirpikler, tüyler, gösterişli kıyafetler ve “dönüşüm”ü tamamlamak için çeşitli payetler...
Bazı dansçılar dayanamayıp perdenin arasından hızlı bir bakış atıyor seyircilere doğru. “Gerçekten de hepsi gelmiş! Anne buradayım, bu tarafa bak!”.
Bir anda müzik başlayıveriyor. Müzikle her şey daha rahat bir hal alıyor. Deyvis sahne arkasından ufak dönüşler yaparak atıyor kendini sahneye doğru; babası heyecandan tir tir titriyor. Deyvis sahne ışıklarının tam merkezinde. Gülümsüyor ve şu cümleyi aklından geçiriyor: “Her ne olursa olsun, gülümse. Gülümsemeye devam et!”. “Seyircilere asla bakma,” diyordu Fernando, “uzakta bir nokta belirle ve hep ona bak.”
Dansçılar masaların aralarındaki dar koridorlara doğru süzülüyorlar. Deyvis’in kocaman gözleriyle bakışı kovalardaki buzları bile eritebilecek cinsten. Ve işte Tropicana’nın büyüsü devam ediyor; yeni bir jenerasyonun heyecanlı ve kıpır kıpır dansçılarıyla, geleceğin yıldızlarıyla...
Havana’nın dans mabedi Tropicana
Reviewed by Editor
on
Salı, Temmuz 10, 2012
Rating:
Hiç yorum yok: