Antik Yunan'da Sanat

Antik Yunan'da sanat kavramı, bugün zanaat dediğimiz kavramla iç içe geçmişti. Yunanca 'tekhne' (zanaat) kelimesi aynı zamanda 'sanat' anlamına da gelirdi Bu haliyle tekhne, "ereği bir şey ortaya koyma, yaratma olan ve doğru bir plana göre yönlendirilmiş bir beceri" ya da "pratik kurallarla belirlenmiş bir zanaatı uygulama" demekti. Aristo aynı kavramı, "doğru bir akıl yürütmeye dayanan ve insanın bir yaratış ortaya koymasını sağlayabilen bir yetenek" diye tarif eder. Bu dönemde balıkçı, dülger, şair, heykeltıraşın tümü sanatçı kabul edilmektedir. Sanatçı ile zanaatkar arasında ayrım olmadığı gibi, teknik nesnelerle sanat eseri de aynı türden sayılır. Socrates ve Platon öncesi Antik Yunan'da felsefenin konusu temel olarak 'doğa' dır. Homeros, güzelliğin kaynağı doğadır derken İ.Ö. VI. yüzyılda yaşayan Hesiodos bu payeyi kadına verir. Sofokles içinse ödevi için ölmekten daha güzeli yoktur.



Platon'un ise, sanata ve özel olarak 'güzel'e ilişkin görüşleri, varlığı, gerçekliği değerlendirdiği idealist felsefesiyle bağlantılıdır. Platon'a göre asıl gerçeklik, algıladığımız dünyanın üzerinde, tinsel içerikli form ya da idealar alanındadır. Bu formlar tanrıların ve ruhların da yer alabildiği sonsuz bir evrendedirler. Görünür dünyadaki nesneler formların birer kopyalarıdır. Ona göre Dört farklı seviyede ve değerde varlık alanı; bunlara ait bilgi ve bu bilgilere ulaşma yolları vardır. Formlar nous (zeka)la bilinebilir, matematiksel bilgi türünden bilgilere ruhun episteme denilen bilgisiyle ulaşılır. Dünyadaki nesneler sanılar halinde bilinir ve en alt seviyede imgelemle; hayal gücüyle elde edilen sanatsal etkinlikler vardır.

Platon'un sanatı böylesine hakir görmesinin sebebi, sanat eserinin, birer form kopyası olan nesnelerin kopya edilmesiyle elde edildiğine olan inancıdır. Sanat eseri böylelikle gerçeklikten doğadakinden de fazla uzaklaşmış olur. Platon'un sanat için doğaya bir öykünme, ya da bir taklit olduğu savı yakın zamana kadar geçerliliğini korumuştur. Üç türlü öykünmeden bahseder:

1. Pay alma, katılma
2. Aynı gibi olma, özdeş olma
3. Benzeme

Platon'da sanatlar us dışıdır, yani doğru veya yanlış diye nitelenemezler, bir tür coşkunun ürünüdürler. Şiirsel yaratıcılıkta bu coşkusal esin şarttır, öyle ki akılla, coşkuyla yaratılan şiir, coşku içinde kendinden geçerek yaratılan şiirden daha değersizdir. Antik Yunan'da genel olarak kabul gören görüşe katılarak iyilik, hakikat, erdem ve güzellik kavramlarını bir ve aynı şey olarak görür. Yararlı olan güzel, zararlı olan çirkindir. Güzellik uyumla gelir. Sanatın iyi ve dolayısıyla güzel olması için sanatçı kendi iç kavrayışlarına göre ölçü ve oran içinde ürün vermelidir.

Aristo da sanatın, doğanın bir taklidi olduğunu düşünür ancak "bu taklidin tutkuları besleyerek hakikatten uzaklaştırdığını; hem ahlak kurallarını hem de dünyayla ilgili ussal bilgiyi zedelediğini" söyleyen Platon'un aksine Aristo, bunu ahlaksal eğitimin ve kişilik biçimlenmesinin temel aracı olarak görür. Ona göre sanatla doğadaki eksiklikler, toplumun kusurları giderilir.

Platon'un metafizik idealizmine karşı çıkan Aristo, sanatın biricik ve kendine özgü tek ereği olarak görülen güzellik anlayışını eleştirir ve güzelliği sanat yapıtının ya da doğa nesnesinin bir özelliği olarak ele alır.
Aristo'ya göre, sanatta ve özel olarak tragedyada erek, moral bir yarar sağlamaktır. Sanat, Aristo'ya göre, sanatçıyla nesne arasındaki mimesisle (öykünme) başlayıp, sanat eseri ve izleyici arasındaki katharsis (arınma) ile sürer. Sanatın kendine özgün niteliği, doğanın yapısını bozmak, doğayı doğallıktan çıkarmaktır. Bu doğru bir şekilde düzen ve ölçüye göre yapılırsa 'güzel' elde edilir. Ortaya çıkan güzellik karşısında da katharsisle izleyici tutkularından kurtulur.

Sanatsal etkinliği ussal açıdan inceleyen Aristo, dünyanın doğal düzeni ile sanat yapıtının hem oranları, hem de birliği bakımından belirli bir bağıntıyla ilişkili olması gerektiğini savunmuştur. İncelediği bir başka konu da 'güzel'le 'iyi'nin ilişkisidir. Ona göre doğada ve sanatta üretilen her şeyin tek ereği 'iyi'dir. Dolayısıyla eğer sanat eseri, belirli bir ölçüye göre üretile bilmişse güzeldir ve aynı zamanda iyidir. Aristo, "sanat eseri karşısında duyulan hazzın nedeni taklit edilen nesne değildir." der. Taklitin bu nesneyi tam olarak yansıttığı düşünüldüğü için haz duyulur.

Aristo'dan yüzlerce yıl sonra, XV. yüzyılda doğayı tam olarak taklit etme (mimesis) ereği, perspektif gibi kimi tekniklerin gelişmesine yol açtı.

Zaman içinde sanatta duygu, esinlenme, beğeni yargısı, anlatım kavramları ön plana çıktı. Estetiğin başlı başına bir alan oluşturması; güzel sanatlar kavramının doğmasıyla, sanat eseri öznel bir nitelik kazandı.
XIX. yüzyılın başında Benjamin Constant, "sanat sanat içindir ve hiç bir amacı yoktur. Her amaç sanatı soysuzlaştırır." diyerek sanatı bağlarından sıyırır. Constant'ın yukarıdaki yorumu yaptığı yıl, 1804'de 80 yaşında iken ölen Kant, sanatı bilim ve teknikten ayırır. Paraya dayandığını düşündüğü zanaat eserleriyle 'özgür sanat' da ona göre farklı şeylerdir.

'Güzel', Kant'da kavramsal bir özü olmaksızın evrensel olarak hoşa giden şeydir. Onun 'güzel'i, Antik Yunan düşüncesinin tersine, 'doğru'dan ve 'iyi'den farklıdır. Bir şeye iyi demek için her zaman o şeyin ne olduğunu bilmemiz yani o şey hakkında bir kavrama sahip olmamız gerekir ama bir şeye güzel demek için böyle bir gereksinim yok. 'Güzel' her türlü yarardan ve çıkardan sıyrılmış bir hazzın konusudur.
Kant'a göre sanat, var olandan var olmayanı çıkarmak, verilmiş şeyleri yeniden biçimlendirerek onları akla dayanan tinsel varlığa bağlamak, yükseltmektir. Bu bakımdan, Platon ve Aristo'nun iddialarının tersine, sanat doğanın taklidinden ibaret sayılamaz.

Bir XIX.yüzyıl düşünürü olan Nietzsche (1844-1900), kendi yaşamaya, yaratıya odaklı felsefesi içinde "sanat, varoluşun, yaşama duygusunun olumsallanmasıdır." der. Platon gibi, ona göre de sanatın özü belli türden bir yalandadır, yani doğanın gerçeğinden farklıdır. Bu görüşün yorumlanmasındaysa Platon'dan kopup Aristo'ya yaklaşır: Ona göre yaşam ancak sanatın yanıltmaları sayesinde yaşanır hale gelir.

Sanatın konusu, ahlak ve bilimde olduğu gibi yaşamı daha yoğun bir halde yaşanır hale getirmektir. Sanatın yaydığı titreşimler aracılığıyla benliğimiz kendini ifade eder. Güzel ise yaşamı çoğaltan zenginleştiren bir şeydir.
XX. yüzyılın ilk yarısında düşünce dünyasına ağırlığını koyan Bergson'a (1859-1941) göre sanat nesnelerin dışsal, niceliksel özelliklerinden temel özelliklerine ulaşmamızı sağlar. Sanatçının rolü, herhangi bir şeyin niteliğini sezgisel bir biçimde algılamaktır. Bu eylem derin düşünmeye dayanır. Sanatçının sanata ihtiyacı yoktur. İzleme ve edilgenlik Bergson'un sanatçısına özgüdür. Zanaat ürünü sanat etkinliğinin dışında tutulur.
Sanat anlayışında genel olarak Aristo'ya yaklaşan Bergson'a göre sanatın insan için yararlı olması gerekir. Sanat bir buluştur; nesneleri yeni bir düzene koymaktır. Doğayla aramızdaki perde sanatla kaldırılır. Sanat gerçeklikle yüzyüze gelmemizi; gerçekliği daha açık ve dolaysız görmemizi sağlar.

Sanatın oluşabilmesi için duyu ya da bilincin tamamen kendini bulması, özgürleşmesi gerekir, yani "idealizm" denilen maddi olmayan bir yaşama girilmelidir. Ruhta idealizm olunca yapıtta realizm vardır, yalnız idealizmin gücüyle gerçeklikle yeniden bağ kurulabilir.
Antik Yunan'da Sanat Antik Yunan'da Sanat Reviewed by Editor on Çarşamba, Ocak 22, 2014 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.