Al Pacino
Sinemada mafya diyince -Robert De Niro'dan da önce- akla gelen ilk isim hiç kuşkusuz Al "Sonny" Pacino'dur. 25 Nisan 1940'da New York'ta doğdu Al Pacino. Babası Salvatore Pacino sigortacılıkla uğraşıyordu. Bronx'un güney kesimlerinde büyüyen Al, gençliğine adım atar atmaz Manhattan'da oyunculuk eğitimi veren bir liseye girdi (Bu okul 1980'lerin TV dizisi "Fame-Şöhret"le halk arasında çok tanınan bir okul olmuştur). Fakat henüz 17 yaşındayken bu okuldan atıldı; yine de, tiyatro oyunlarında yer almaya devam etti (Bu arada, 22 yaşındayken annesi Rose'u kaybetti). Pacino sinemadaki ilk oyunculuk deneyimini bir jigoloyu canlandırdığı 1969 tarihli "Me, Natalie"yle gerçekleştirdi. Ama başrol için iki yıl beklemesi gerekecekti; böylece bir uyuşturucu satıcısını canlandırdığı "Panic In Needle Park" geldi. Ancak dünyanın gelmiş geçmiş en iyi oyuncuları arasında gösterilmesi 1972 yapımı olan, Francis Ford Coppola'nın yönettiği "Baba" sayesinde oldu. 30'larında, savaş kahramanı olarak ülkeye dönmüş Michael Corleone'nin ailenin yavaş yavaş başına geçmesi ve "gerçek bir erkek" olması Pacino'yu da unutulmazlar arasına dahil etti. "Baba 2" ise Coppola'nın kamerayı Pacino'nun yüzüne biraz daha yaklaştırdığı bir film oldu. "Baba"daki rolleriyle Brando ve De Niro, Oscar'ı götürseler de öyküyü esas olarak sürükleyen rolün Pacino'nun rolü olduğunu göz ardı etmemek lazım. Sidney Lumet'nin yönettiği ve gerçek bir öyküye dayanan "Serpico" ona "Baba"dan sonra bir adaylık daha kazandırdı. 1975'te yine Lumet'nin yönettiği ve yine gerçek bir öyküden yola çıkılarak oluşturulan "Dog Day Afternoon-Köpeklerin Günü" geldi. Filmde oynadığı eşcinsel, beceriksiz banka soyguncusu rolü ona üçüncü Oscar adaylığını getirdi. Ardından gelen Norman Jewison'un "... And Justice For All"u, William Friedkin'in "Cruising"i ve Arthur Hiller'ın "Author! Author!"u onun için pek de başarılı filmler olarak anılmadılar. Üstelik, bu filmler rol seçiminde çok özenli davranmaya başladığı yıllara denk gelmektedir. Bu dönemde 2 yılda tek bir film çevirdiği de olmuştur.
1932 tarihli Howard Hawks klasiği "Scarface"in yeniden çevriminde Brian De Palma onu oynatır. Küba asıllı gangster Tony Montana rolünde son derece başarılı bir performans sergiler Pacino. 1985'te Hugh Hudson'ın yönettiği ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı ele alan "Revolution" bir felaketin başlangıcı olur onun için: film hiç beğenilmez. Oyuncu, bunun üzerine, kendisini iki şeye adar: tiyatroya ve alkole... Tam 4 yıl sonra, 1989'da "Sea Of Love"la sinemaya döner. Filmde canlandırdığı karakter orta yaşlarının sonlarına gelmekte olan ve seksi bir cinayet zanlısıyla (Ellen Barkin) aşk yaşayan bir polistir. 1990'da Warren Beatty'nin yönettiği "Dick Tracy"yle bir Oscar adaylığı daha alır. Hemen ardından, Coppola 5 milyon dolar artı hasılattan belirli bir yüzde vaat ederek onu üçüncü bir "Baba" için ikna eder: onca yıldan sonra ikili, izleyici üzerinde yine aynı etkiyi yakalayabilecek midir? Film diğer "Baba"lar kadar tutulmaz. 1992'deki "Scent Of A Woman-Kadın Kokusu"ndaki kör albay rolündeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ına bu kez kavuşur Pacino. 1993 tarihli "Carlito'nun Yolu"nda tekrar De Palma'yla çalışır ve yine gangsterler dünyasına döner. Michael Mann'in "Heat"i De Niro'yla karşılıklı paslaştıkları, kapıştıkları ve "hesaplaştıkları" bir film olur çıkar. 90'ların ikinci yarısından itibaren yönetmenliğe de el atmayı ihmal etmez. Bu bağlamda, "Looking For Richard" Shakespeare'i masaya yatıran, yarı belgesel nitelikli bir filmdir; ama ayrıca başarılı da bir "ilk film"dir. 1997'yi iki filmle kapatır Pacino: "Donnie Brasco" ve "Şeytanın Avukatı"... İlki yine bir mafya öyküsü etrafında gelişir, ikincisinde ise bir şeytan olarak karşımıza çıkar aktör. Özellikle ikincisindeki şeytan kompozisyonunda inanılmaz başarılıdır. İkinci yönetmenlik denemesi "Chinese Coffee"yi 1999'da kotarır Pacino. O kendisini çoktan "unutulmazlar" arasına dahil etti. Bugün herhangi bir sinemasever, kendisinden gelmiş geçmiş en iyi birkaç oyuncuyu sayması istendiğinde Pacino'yu kesinlikle ıskalamayacaktır. Geçtiğimiz 2013 yılında ünlü oyuncunun filmografisine dahil olan filmler ise “King Lear”, “Eski Dostlar” ve “Gotti: in the Shadow of My Father” olmaktadır.
1932 tarihli Howard Hawks klasiği "Scarface"in yeniden çevriminde Brian De Palma onu oynatır. Küba asıllı gangster Tony Montana rolünde son derece başarılı bir performans sergiler Pacino. 1985'te Hugh Hudson'ın yönettiği ve Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı ele alan "Revolution" bir felaketin başlangıcı olur onun için: film hiç beğenilmez. Oyuncu, bunun üzerine, kendisini iki şeye adar: tiyatroya ve alkole... Tam 4 yıl sonra, 1989'da "Sea Of Love"la sinemaya döner. Filmde canlandırdığı karakter orta yaşlarının sonlarına gelmekte olan ve seksi bir cinayet zanlısıyla (Ellen Barkin) aşk yaşayan bir polistir. 1990'da Warren Beatty'nin yönettiği "Dick Tracy"yle bir Oscar adaylığı daha alır. Hemen ardından, Coppola 5 milyon dolar artı hasılattan belirli bir yüzde vaat ederek onu üçüncü bir "Baba" için ikna eder: onca yıldan sonra ikili, izleyici üzerinde yine aynı etkiyi yakalayabilecek midir? Film diğer "Baba"lar kadar tutulmaz. 1992'deki "Scent Of A Woman-Kadın Kokusu"ndaki kör albay rolündeki performansıyla en iyi erkek oyuncu Oscar'ına bu kez kavuşur Pacino. 1993 tarihli "Carlito'nun Yolu"nda tekrar De Palma'yla çalışır ve yine gangsterler dünyasına döner. Michael Mann'in "Heat"i De Niro'yla karşılıklı paslaştıkları, kapıştıkları ve "hesaplaştıkları" bir film olur çıkar. 90'ların ikinci yarısından itibaren yönetmenliğe de el atmayı ihmal etmez. Bu bağlamda, "Looking For Richard" Shakespeare'i masaya yatıran, yarı belgesel nitelikli bir filmdir; ama ayrıca başarılı da bir "ilk film"dir. 1997'yi iki filmle kapatır Pacino: "Donnie Brasco" ve "Şeytanın Avukatı"... İlki yine bir mafya öyküsü etrafında gelişir, ikincisinde ise bir şeytan olarak karşımıza çıkar aktör. Özellikle ikincisindeki şeytan kompozisyonunda inanılmaz başarılıdır. İkinci yönetmenlik denemesi "Chinese Coffee"yi 1999'da kotarır Pacino. O kendisini çoktan "unutulmazlar" arasına dahil etti. Bugün herhangi bir sinemasever, kendisinden gelmiş geçmiş en iyi birkaç oyuncuyu sayması istendiğinde Pacino'yu kesinlikle ıskalamayacaktır. Geçtiğimiz 2013 yılında ünlü oyuncunun filmografisine dahil olan filmler ise “King Lear”, “Eski Dostlar” ve “Gotti: in the Shadow of My Father” olmaktadır.
Al Pacino
Reviewed by Editor
on
Pazartesi, Mart 31, 2014
Rating:
Hiç yorum yok: