Çağdaş anlamda dağcılık sporu, Cenevreli genç bilimadamı Horace-Benedict de Saussure'ün 1760'da Chamonix'ye yaptığı gezi sırasında Mont Blanc'ı (4807 m) görerek, bu doruğa tırmanmaya ya da tırmanılmasını sağlamaya karar vermesiyle başladı. İlk çıkış için koyduğu para ödülü, ancak 26 yıl sonra, 1786'da Chamonix'li doktor Michel-Gabriel Paccard ve yüklerini taşıyan Jacques Balmak'ın gerçekleştirdiği tırmanışla sahibini buldu. Bir yıl sonra Saussure de, Mont Blanc'a tırmanmayı başardı. 1850'den sonra İngiliz dağcılar, İsviçre'li, İtalyan ve Fransız rehberlerle İsviçre'nin yüksek doruklarına birbiri ardına tırmanışlar yaptılar. Matterhorn zirvesi çıkışı ve Dağ Rehberliği Kurumu'nun kurulmasının ardından dağcılık Avrupa'da saygın bir spor haline geldi ve gelişimi hızlandı.
Türkiye'de dağcılığın tarihçesi 1800'lerin ortalarına dayanır. Tarihi geçmişi nedeniyle yabancılar bu tarihlerden itibaren Ağrı turları düzenlemeye başladılar. Bilinen ilk Ağrı zirve çıkışı ise 1829'da Friedrich Parrot tarafından gerçekleştirildi. Bu dönemlerde yabancılar Türkiye'deki diğer dağlara da tırmanış faaliyetleri düzenlerken, Pertev Paşa, Avusturyalılara ait bir dağ birliğinin tatbikatını izleyip, bu tarz bir birliğin Türkiye'de de kurulmasına karar verdi. Bu amaçla Avusturyalı bir eğitmen eşliğinde bu ülkede bir Türk birliği yetiştirildi ve yetiştirilen kadro Eğirdir'de eğitim vermeye başladı. Bilinen ilk Türk çıkışı ise 1924'de Miralay Cemil Bey tarafından Erciyes'te gerçekleştirildi. 1928'de oluşturulan Türkiye Dağcılık Cemiyeti, bilinen ilk Türk dağcılık kurumudur. 1939'da Türkiye Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu'nun kurulmasıyla, bu spor ülkemizde resmiyet kazandı.
1980'li yıllardan sonra 7000 m'nin üzerindeki dağlarda yapılan çıkışlarla basında boy göstermeye başlayan dağcılık sporu, bu yıllardan sonra yurtdışı ve yurtiçinde kazanılan başarılarla anılmaktan çok, talihsiz kazalarda ölen dağcıların magazin sayfalarındaki ölüm haberleriyle anıldı. Halbuki aynı yıllarda ülke içinde son derece başarılı tırmanışlar gerçekleştirilmişti. 90'lı yılların başıyla birlikte ülkemiz sporcuları dünya dağlarında boy göstermeye başladılar.
Sovyet Asya'daki 10 adet 7000 m'lik tırmanışı, Gürcistan'dan Avusturya ve Fransa'ya, oradan Tanzanya ve Bolivya'ya uzanan bir bölge içindeki birçok başarılı tırmanış izledi. Bu başarı grafiği, Nasuh Mahruki'nin dünyanın en yüksek zirvesi olan Everest'e zor bir rotadan tırmanmasıyla doruğuna ulaştı. Tabii ki bu başarıların altında ülkemizde son yıllarda trekking ve rafting rüzgarlarının esmesiyle birlikte değişen değerlerin büyük etkisi vardı. Örneğin büyük firmaların reklam sektörüne akıttıkları o büyük bütçelerinin ufak bir bölümünü bu tür başarılı etkinliklere ayırmalarıyla, ülke içinde gelişen potansiyelin, sınırlar ötesindeki en yükseklere kendini ve ülke bayrağının taşınması şansını yarattı.
İşte dağcılık sporundaki tüm bu başarı rüzgarları, hummalı bir iş yaşantısı içinde bunalan insanlarımızın başlarını işlerinden kaldırıp, hemen yanıbaşlarında yavaş yavaş yok olan doğa parçalarına çevirmesini sağladı. İşte bu noktada, 2000 yıllık bir aradan sonra doğa ve insan yeniden birbirine kavuştu. Artık yüzyılın aktif eğlencesi, adrenalin ve keşif dozu çok yüksek olan doğa sporları oldu. İşin bu yönü dışında sosyolojik ve felsefi ağırlığıyla doğa sporları, ülkemiz insanı için iyi bir çıkış kapısı oldu.
Türkiye'de dağcılığın tarihçesi 1800'lerin ortalarına dayanır. Tarihi geçmişi nedeniyle yabancılar bu tarihlerden itibaren Ağrı turları düzenlemeye başladılar. Bilinen ilk Ağrı zirve çıkışı ise 1829'da Friedrich Parrot tarafından gerçekleştirildi. Bu dönemlerde yabancılar Türkiye'deki diğer dağlara da tırmanış faaliyetleri düzenlerken, Pertev Paşa, Avusturyalılara ait bir dağ birliğinin tatbikatını izleyip, bu tarz bir birliğin Türkiye'de de kurulmasına karar verdi. Bu amaçla Avusturyalı bir eğitmen eşliğinde bu ülkede bir Türk birliği yetiştirildi ve yetiştirilen kadro Eğirdir'de eğitim vermeye başladı. Bilinen ilk Türk çıkışı ise 1924'de Miralay Cemil Bey tarafından Erciyes'te gerçekleştirildi. 1928'de oluşturulan Türkiye Dağcılık Cemiyeti, bilinen ilk Türk dağcılık kurumudur. 1939'da Türkiye Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu'nun kurulmasıyla, bu spor ülkemizde resmiyet kazandı.
1980'li yıllardan sonra 7000 m'nin üzerindeki dağlarda yapılan çıkışlarla basında boy göstermeye başlayan dağcılık sporu, bu yıllardan sonra yurtdışı ve yurtiçinde kazanılan başarılarla anılmaktan çok, talihsiz kazalarda ölen dağcıların magazin sayfalarındaki ölüm haberleriyle anıldı. Halbuki aynı yıllarda ülke içinde son derece başarılı tırmanışlar gerçekleştirilmişti. 90'lı yılların başıyla birlikte ülkemiz sporcuları dünya dağlarında boy göstermeye başladılar.
Sovyet Asya'daki 10 adet 7000 m'lik tırmanışı, Gürcistan'dan Avusturya ve Fransa'ya, oradan Tanzanya ve Bolivya'ya uzanan bir bölge içindeki birçok başarılı tırmanış izledi. Bu başarı grafiği, Nasuh Mahruki'nin dünyanın en yüksek zirvesi olan Everest'e zor bir rotadan tırmanmasıyla doruğuna ulaştı. Tabii ki bu başarıların altında ülkemizde son yıllarda trekking ve rafting rüzgarlarının esmesiyle birlikte değişen değerlerin büyük etkisi vardı. Örneğin büyük firmaların reklam sektörüne akıttıkları o büyük bütçelerinin ufak bir bölümünü bu tür başarılı etkinliklere ayırmalarıyla, ülke içinde gelişen potansiyelin, sınırlar ötesindeki en yükseklere kendini ve ülke bayrağının taşınması şansını yarattı.
İşte dağcılık sporundaki tüm bu başarı rüzgarları, hummalı bir iş yaşantısı içinde bunalan insanlarımızın başlarını işlerinden kaldırıp, hemen yanıbaşlarında yavaş yavaş yok olan doğa parçalarına çevirmesini sağladı. İşte bu noktada, 2000 yıllık bir aradan sonra doğa ve insan yeniden birbirine kavuştu. Artık yüzyılın aktif eğlencesi, adrenalin ve keşif dozu çok yüksek olan doğa sporları oldu. İşin bu yönü dışında sosyolojik ve felsefi ağırlığıyla doğa sporları, ülkemiz insanı için iyi bir çıkış kapısı oldu.
Reviewed by Editor
on
Pazar, Mayıs 13, 2012
Rating:
Hiç yorum yok: