Jungle trek

jungle trek
Tayland’ın kuzeyinde bulunan büyüleyici Chiang Mai, ülkenin en büyük turistik kenti. Ben bu kalabalıktan sıyrılıp, kolay kolay unutamayacağım 3 günlük bir jungle trek’e katılıyorum...

Chiang Mai, adeta bir alışveriş cenneti. Büyük gece pazarıyla ünlü olan bu şehirde, aradığınız her şeyi bulmanız mümkün. Çok büyük bir alana yayılmış olan bu gece pazarı, haftanın her günü, saat 18:00 ile 01:30 arası açık. Pazarlık pazarın vazgeçilmezi; 10 dakikalık bir çekişmeden sonra verilen ilk fiyatın çok daha altında bir ödeme yaparak, istediğinizi alabiliyorsunuz. Yaşadıkları köylerden kalkıp pazara gelen ve tezgâh kuran köylüler, yerel kıyafetleriyle pazarın dört bir yanına dağılmış durumdalar ve peşinizden hiç ayrılmıyorlar... Chiang Mai’nin adını ilk duyduğumda, orada yapılması gerekli ilk aktivitenin jungle trek olduğunu öğrendim.

Hemen planlarımda değişiklik yaptım ve kuzeye yol alan ilk otobüse bilet aldım. Ayuthaya şehrinden fazla uzun sürmeyen bir otobüs yolculuğuyla, Chiang Mai’ye vardım. Hemen bir “tuk tuk”a (3 tekerlekli taksi) atlayıp, daha önceden, turist arkadaşlarımdan bilgisini aldığım otelleri gezmeye başladım. Bana göre en uygun olan BMP’ye (Backpackers Meeting Place) yerleştim. Şehirde BMP adında iki tane otel var; fakat ikinci açılan tam bir para tuzağı. Doğru oteli bulmak için, yüzme havuzlu olan BMP demek işleri kolaylaştırıyor. Resepsiyona ilk sorum, “en yakın jungle trek ne zaman düzenleniyor?” oldu. Bunu öncelikle öğrenmek istememin nedeni, en kısa zamanda o aktivitenin içinde olmaktı. Farklı insanlardan o kadar pozitif yorumlar duymuştum ki... Biletlerimi aldıktan sonra saatlerin hızla geçmesini istedim; bir an önce orada olmaktı dileğim.Gitme günü gelip çattı: Sabah saat 08:00’de uyandım, beni alacak olan minibüsü beklemeye koyuldum. Yanıma üç t-shirt, iki mayo, şort ve terliklerimden başka bir şey almadım. Yanınıza ayakkabı almanın hiçbir yararı yok, çünkü sürekli çamur içinde yürüyorsunuz. Zaten havanın bunaltıcı sıcağında da en uygunu terlik...

Minibüste toplam 10 kişiydik; 2 rehber ve farklı ülkelerden gelen 8 turist. Tanışma faslı çok kısa sürede gerçekleşti. Çünkü hepimiz, önümüzdeki 3 gün boyunca birlikte yiyip içeceğimizi biliyorduk. Konuşmak, birbirimizi tanımak için bol bol zamanımız olacaktı. Çok güzel bir gruba rastladığım için şanslıydım. Rehberlerimizin ikisi de Taylandlı idi. 2 İngiliz çift, Amerikalı genç bir kadın, 2 Koreli üniversite öğrencisi ve tek Türk, ben. Minibüsle orman yoluna doğru ilerlerken, kısa bir mola verildi. Rehberler, yemekler için gerekli malzemeleri aldılar. Biz ise, marketlerde sadece orman turuna katılanlar için hazırlanmış olan su matarası, sinek spreyleri ve küçük konserveler aldık (eğer Güney Asya mutfağıyla aranız iyi değilse, tavsiyem bol miktarda konserve ton balığı almanız). Artık tura başlamak için hazırdık.

Minibüs yolculuğunun sonu ve varış...Herkes son hazırlığını yaptı; artık serüven başlıyordu. Ben, tam olarak neyle karşılaşacağımı bilmediğim için biraz heyecanlıydım. Yeni tanıştığım insanlar... Günde ortalama 10 kilometrelik yürüyüşler... Yatacağım yerler... Hiçbiri hakkında en ufak bir bilgim yoktu ve sanırım en güzel kısmı da, bunları bilmeden yürümekti... Yolculuğun ilk 3 kilometresinde birkaç arkadaş, ayakkabı giymiş olmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu anladı. Çamurla mücadele etmek zordu, hemen terliklerini çantalarından çıkarıp ayaklarına geçirdiler. Bu konuda ben zaten hazırlıklıydım... Daha yolun başındayken şiddetli bir tropikal yağmur başladı ve güneş kayboldu. Rengârenk yağmurluklar eşliğinde ilerlemeye başladık. Ufak tefek kaymalar ve komik düşüşler, yolculuğu daha da eğlenceli yapıyordu. Rehberlerimiz, hiç durmadan iki saat boyunca yürüdükten sonra, grubun yorulduğunu görerek kısa bir mola verdi. Bu molayı fırsat bilip, rotamız hakkında küçük bilgiler edinmek için sorular sormaya başladım. Önümüzde uzayıp giden yolun, gittikçe daha da zorlaşacağını öğrendim. 3. günümüzde 14 km, yokuş yukarı, ağır bir parkur kat edeceğimizi duyduğumda, açıkçası biraz şaşırdım. Bunun, beklediğimden daha ciddi ve zor bir orman turu olacağının farkına vardım. Mola sonrasında 1 saatlik yürüyüşün ardından vardığımız ilk köyde, öğle yemeyi için durduk. Uzun yürüyüş hepimizi acıktırmıştı. Yemeği beklerken birkaç arkadaşımla, küçük bir futbol topuna benzeyen, köylülerin kendi elleriyle, sert ağaç dallarından yaptığı topla maç yapmaya başladık. Aslında yerlilerin arasına karışıp oyunu öğrenmeye çalışıyorduk. Yemekten sonra da yerlilerden aldığımız sapanlarla, ağaçlardan meyveleri düşürmeye çalışarak eğlendik... Masalarda, içi su dolu, kısa bir ipe bağlanmış küçük poşetler duruyordu. Hiçbirimiz su poşetlerinin ne olduğunu, ne işe yaradığını anlamadık. Bunların amacı yemek yerken sineklerden korunmakmış; köylüler tarafından geliştirilen bir yöntem olduğunu sonradan öğrendik ve gerçekten de çok işe yaradığını gördük. Karnımızı doyurduk, eğlendik... Artık yola koyulma zamanı. Geceyi geçireceğimiz köye doğru yolu çıktık. Ormanda ilerlerken, doğanın güzelliği karşısında büyülendik. Farklı bitkiler, 25 m’ye varan boylarıyla asırlık ağaçlar... Tropikal yağmurlar biraz ürkütücü bir ortam yaratıyordu, taa ki, yağmur bitip güneş tekrar kendini gösterene dek...

İlk gece...
Geceyi geçireceğimiz köye geldiğimizde bizi köylüler karşıladı. Herkes günün verdiği yorgunlukla kendini bir köşeye attı. Her tarafta koşuşan küçük çocuklar ve köy halkı bize “hoş geldiniz” diyordu. Eşyalarımızı yatacağımız yere, hasırdan yapılmış büyük kulübeye yerleştirdik. Ardından yemek masasının etrafında toplandık. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Köyde elektrik olmadığı için mumlar taşındı ve yakıldı. Yerliler kendi yaptıkları bilezik, kolye, küpe gibi takıları getirip bize gösterdiler. Kendi dillerinden başka bir lisan bilen pek yok gibiydi, İngilizce bilen tek bir kız dışında. Onunla sohbet etmeye başladık. Hamileydi. Doğumun köyde olup olmayacağını merak ettim ve sordum. Bana gülümseyerek “Doğum için şehre iniyoruz, sonra tekrar köye dönüyoruz” dedi. Çocukların burada herhangi bir eğitim alıp almadığını sorduğumda, etraftaki 4 köyün ortak kullandığı bir okul olduğunu ve bütün çocukların aynı okula gittiklerini öğrendim. Köy halkı zorunlu sebepler dışında, senede yalnızca 1 veya 2 kez Chiang Mai’ye iniyor. Sürekli gülen yüzlerinden de anlaşılacağı gibi, hayatlarından son derece memnunlar. İhtiyaç duydukları her şeye sahipler ve fazlasında da gözleri yok. Karmaşık hayattan uzakta, kendi, sorunsuz yaşamlarını sürdürmekten hiç şikayetçi değiller. Herkes masada toplandıktan sonra yemekler dağıtılmaya başlandı. Mönümüzde çeşitli yerel mevyeler, pirinç lapası ve yöre kadınlarının yaptığı sebze yemeği vardı... Yemek sonrasında yerlilerin ikram ettiği “khosa”, çok sert olmayan, likör lezzetindeki yerel içkiyle geceyi bitirdik.

İkinci gün...
Sabahın erken saatlerinde tur rehberlerimiz yöre şarkıları söyleyerek kulübeye girdi ve herkes yavaş yavaş uyanmaya başladı. Kahvaltının ardından, köylülere el sallayarak yola koyulduk... İkinci günün daha zorlu olacağını tahmin ediyordum. Gerçekten de, doğa şartları gittikçe zorlaştı. Yol dikleşiyor, yağmur da şiddetini artırıyordu. Ama neşe içinde yola devam ettik. Günün ilk molası herkesi çok sevindirdi. Durduğumuz yer küçük bir şelalenin yanıydı. Herkes kendini suya attı;
tertemiz ve buz gibiydi. Ormanın ortasında böyle bir yer, gerçek bir nimetti... 5 kilometrelik bir yürüyüş sonrasında ikinci molayı vereceğimiz köye ulaştık. Burası ilkine göre daha modern ve büyüktü. Herkesin tek başına kalabileceği küçük barakalara yerleştik. Köy, bir nehrin üzerine kuruluydu. Kimimiz kıyafetini yıkadı nehirde, kimimiz bol bol yüzdü... Suyun nimetlerinden yararlanmak istemeyenler de, köylülerle top oynadı. İkinci gecenin özelliği, yemeklerin yapılmasında bizden yardım istenmesiydi. Köylülerden aldığımız yemek pişirme taktikleriyle, kendi yemeklerimizi hazırladık. Hava kararmaya başlayıp, gün geceye döndüğünde tekrar mumlar yakıldı. Khosa’lar da içilmeye başlanmıştı. Kart oyunları, sessiz sinema, köylülerle birlikte söylenen şarkılar. Huzur dolu bir gece daha son bulmuştu ormanın derinliklerinde. Artık grupta herkes birbiriyle kaynaşmıştı.

Üçüncü gün

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, nehrin durmak bilmeyen uğultusu eşliğinde güne başladık. Kahvaltının ardından, son parkurumuza çıktık. Bitmek bilmeyen 7 km’lik tırmanışın ardından ilk molamızı verdiğimizde, hepimiz bitkin düşmüştük. Son 7 km’yi, yaklaşık 4 saatte kat ettik. Yorgunduk ama heyecanlıydık. Bizi, bambu dallarından yapılmış, kanoya benzeyen salla yapacağımız küçük bir yolculuk bekliyordu. 8 metrelik salla yapacağımız bu yolculuk, bizi minibüsümüzün beklediği yere götürecekti. Bir kaptan eşliğinde, 4 kişinin binebildiği sal üzerinde nehrin akışına bıraktık kendimizi. Nehir suyunun azgınlaştığı yerlerde, kaptana yardım ederek yola devam ettik.

Ve varış...

Ormanın kucağında, zorlu olduğu kadar eğlenceli geçen 3 günün ardından kasabaya vardık. Öğle yemeğini yediğimiz kasabanın lokantasında beklerken, turumuzun son aktivitesi olan fil gezisi için sabırsızlanıyorduk. Minibüse binerken, herkes 3 gün boyunca zorlu orman yollarında destek aldığı bambu sopalarına veda etti. Filler, Tayland’da büyük bir ticaret kaynağı. Bakıcılar, filleri doğumundan hemen sonra alıyor, belli bir yaşa gelene kadar eğitmenliğini yapıyor ve ardından sürücüsü oluyor. Eğitmenler, fil sürücüsü olabilmek için, 1 sene süren bir kurstan geçiyorlar. Bunu öğrenmiş olmak, devasa boyuttaki fillerin yanına geldiğimde beni nipseten rahatlatıyor. 1 saatlik fil yürüyüşünün ardından yolun sonuna geliyoruz. Bedenlerimizde tatlı yorgunluk, dudaklarımızda turun bitişi ve ayrılığın getirdiği buruk bir tebessümle, minibüse binip şehre doğru yola koyuluyoruz...
Jungle trek Jungle trek Reviewed by Editor on Perşembe, Temmuz 12, 2012 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.