Kilistra

Kilistra
Oluşumunun günümüzden 25 milyon yıl önce başlayıp 15 milyon yılda tamamlandığı, yaklaşık 2.000 yıldır insan yaşamının kesintisiz devam ettiği, kaya formlarının bir heykeltraşın elinden çıkmış izlenimi verdiği ve çevrenin bir peyzaj mimarı tarafından düzenlenmiş gibi göründüğü bir yer düşünün. Bütün bunların üstüne geleneksel taş evleri ve binlerce yıllık ortak kültürle oluşmuş sembollerdeki detayları ekleyin. İşte Kilistra!

Konya’ya 49 km uzaklıktaki Kilistra’ya gitmek için önce ünlü Lystra’dan, günümüzdeki adıyla Hatunsaray’dan geçmeniz gerekiyor. Lystra’nın ününün sebebi Aziz Paulus’un Aziz Barnabas’la birlikte Hırıstiyanlığı yaymak için Anadolu’da çıktığı yolculuklardan ikisinde buraya uğraması ve vaazlar vermesidir.

M.Ö. 6. yüzyılda açılan Roma döneminin -bugün “Kral Yolu” olarak da anılan- ünlü yolu Via Sebaste, bu bölgeden geçer. Kilistra’da bulunan Sümbülini Kilisesi’ne halk arasında Paulönü Kilisesi denmesi, Aziz Paulus’un Kilistra’da bir süre yaşamış olabileceği şeklinde yorumlanıyor.

Söylenceler...

Hıristiyanlık öncesi Paganist olan halk, o yıllarda bölgede yaygın olan bir söylencenin, Aziz Paulus’un bir mucizesi ile tekrar gerçekleştiğine inanmış. Pagan inançlarını Hıristiyanlığın içinde de görmüşler.

Söylenceye göre Tanrı Zeus ve Hermes kalacak yer arayan iki insan görüntüsünde bölgeye gelirler. Bin evin kapısını çalarlar ancak hiçbir ev onları kabul etmez. Fakir bir köylü onları misafir eder. Tanrılar, kendilerini kabul etmeyen evleri harap eder, sahiplerini ise fakir düşürürler. Kaldıkları evi ise muhteşem bir tapınağa, köylü ve karısını da meşe ağacına çevirirler. Aziz Paulus da burada vaaz verirken dinleyiciler arasında doğuştan kötürüm olan bir adamın imanlı olduğunu görür. Ona “Ayağa kalk!” diye seslenir, adam ayağa kalkar ve yürümeye başlar. Bu durumu gören halk “Tanrılar bize insan biçiminde geldiler!” diye bağırır ve Aziz Paulus’la Aziz Barnabas’ın, Zeus’la Hermes olduğuna inanırlar. Böylece bu yeni dini daha kolay kabullenirler.

Arkeolojik bulgulardan ortaya çıkanlar...


Konya Müzesi adına 1998 yılından bu yana yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu ortaya çıkan buluntular, Kilistra’daki ilk yerleşimlerin Helen ve Roma (M.Ö. 2. yüzyıl-M.S. 3. yüzyıl) dönemine denk düştüğünü gösteriyor.

Bu çalışmalar sayesinde bir su sarnıcı, iki şapel, iki şırahane, birçok konut ve askeri mekân temizlenip ortaya çıkarılmış. Kilistra’nın, Lystra halkı tarafından kurulduğu düşünülüyor. Lystra’lılar Aziz Paulos’un misyonerlik çalışmaları sonucunda Hıristiyanlığı kabul etmiş ve hemen ardından başlayan Paganist ve Musevi saldırılarından korunmak için tıpkı Kapadokya’daki gibi volkanik tüf olan kayaları oymuş ve buralarda gizlenerek yaşamlarını sürdürmüşler. Doğal olarak bölgenin mimarisi de gizlenme amacına uygun olarak şekillenmiş.

Kayaların içleri yaşam mekânı haline getirilmek için oyulurken, cephelerine ise hiç dokunulmamış. Kaya formları olduğu gibi muhafaza edilerek doğal bir kamuflaj sağlanmış. Yapıların aydınlatma ve havalandırmaları gizli mazgallar aracılığıyla sağlanmış.

Bugünkü adı Gökyurt olan köy ise bu oyma işleminin en yoğun olduğu yerin üzerinde bulunuyor. Köyün altında yaklaşık 5.000 kişiyi barındırabilecek büyüklükte bir yeraltı şehri olduğu biliniyor. Bu durum, bölgenin gizemini ve çekiciliğini daha da arttırıyor.

Köyün hemen yanıbaşındaki vadi boyunca uzanan taş ormanı birçok mekâna evsahipliği yapıyor. Örneğin, Bizans döneminde şaraphane olarak kullanılan, Türklerin bölgeye gelişinden sonra ise şırahaneye dönüştürülen mahzenle, köylülerin katır bağladıkları için “Katırini” dedikleri mekân burada. Ancak, Kilistra’nın en ilginç yapısı Sandıkkaya Şapeli.

Kuşbakışı bakıldığında haç planlı olduğu görülen bu şapel tek parça kaya bloğunun oyulmasıyla yapılmış.

Gökyurt köyünün neredeyse tamamı taş evlerden oluşuyor.

Geçmişin Kilistra’sı ile onun günümüzdeki devamı olan Gökyurt köyünün mimarisini oluşturan ana malzeme, taş. Kilistra’da taşın oyulmasıyla yapılan evler, Gökyurt köyünde taşın kesilip örülmesiyle yapılıyor.

Bizans döneminde Türkler yerli halkla birlikte barış içinde yaşamlarını sürdürmüşler. Köyün yaşlılarının anlattığına göre yüzyılın başlarına kadar köyde Ermeni aileler de yaşarmış. Osmanlı döneminde bölgedeki göçebe aşiretler kayalara oyulmuş olan bu yerleşimleri hayvan yetiştirmek için kullanmışlar. Bu kullanım biçimi günümüzde de devam ediyor.

Geçmişten gelen davranış biçimleri ve gelenekler o kadar çok benimsenmiş, gündelik yaşamda o kadar çok kullanılır olmuş ki, köy halkı bile bu geleneklerin kökenini bilmiyor.

Örneğin, bölgede en çok yetiştirilen tarım ürünü olan kabağın Bizans döneminde kadınları güzelleştirdiğine inanılıyordu. Bugün de köydeki düğünlerde kadın sofralarında misafirlere kabak yemeği ikram ediliyor olması ilginç bir benzerliktir.

Ön cephelerde tabaklar...

Köyde sürdürülen bir başka gelenek de neredeyse bütün evlerin cephelerinin üst köşelerine stilize edilmiş eski Türkçe “maşallah” yazısıyla birlikte evin yapılış tarihinin yazılması. Ancak asıl ilginç olanı bunların yanına farklı renklerde ve desenlerde tabakların konması.

Yüzyılın başlarına tarihlenen evlerden, yüzyılın ikinci yarısında yapılan evlere kadar köyün hemen hemen tüm evlerinde bu gelenek sürdürülmüş. Günümüzde ise köy halkı, bu iki sembolün evlerin iç ve dış dünyası düşünülerek kullanıldığına inanıyor. Ancak kimse bu geleneğin nasıl başladığını bilmiyor. Maşallah’ın evi kem gözlerden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelerden koruduğuna, tabağın ise evdeki bereket ve bolluğu simgeleyip evin içindeki yaşamın mutluluk ve refah içinde sürmesini sağladığına inanılıyor.
Kilistra Kilistra Reviewed by Editor on Cuma, Temmuz 13, 2012 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.