Bir yanı çöl, bir yanı deniz Tunus

Yola çıkmadan önce, Tunus deyince aklıma gelen, palmiyelerdi. Döndükten sonra ise, ne çok şey: Hurma ve zeytin toplayanlar, Kartaca, Berberi halıları, Fatima’nın eli, çöl gülleri, “İngiliz Hasta” filminden sahneler, Paul Klee’nin resimleri, dikdörtgen prizma minareler, vahalar, ateş başındaki bedeviler, çölün gece soğuğu, Sahra Festivali, siyah çivilerle işlenmiş mavi kapılar, “medina” adı verilen çarşılar, Türk bayrağına benzeyen bayrağı, çöl tilkilerini ıslatan yağmur, Sidi Bou Said, çamfıstıklı nane çayı, İbn-i Haldun, Bardo Müzesi…


Akdeniz’in ıslak kumlarıyla Sahra Çölü’nün kumları Tunus’un sınırlarını çiziyor. Başkent Tunus’tan bir saatte uçarak Tozeur’e indiğinizde serap görür gibi oluyorsunuz. Tunus, turizmde iki uç noktayı birlikte kullanıyor. Tunus Çarşısı’nda dolaşırken, sesler ve sözcükler, insanı tuhaf bir bileşimin içinde eritiyor. Kuzey Afrika’dayız, ama Arapça’nın içinde gezinen Fransızca sözcükler var. Elinizi küçük kafeslere, bez develere, tahtadan yapılmış davulculara uzattığınızda, satıcılar “İtalyan” olup olmadığınızı soruyorlar. Türk olduğunuzu öğrenince yüzlerinde geniş bir gülümsemeyle, “kankardeş” ya da “arkadaş” diyorlar. Zaten başkentin “medina”sı küçük bir Kapalıçarşı gibi. Tunus’ta Türk olmak, sevgi görmek demek. Tunus’a bağımsızlığını kazandıran ve Monastir kentinde sonsuz uykusuna yatan Habib Bourguiba’nın Atatürk’ü sevgi ve saygıyla andığını biliyoruz. Bourgiba’nın halkı, modern bir Tunus yaratmaya çalışırken, komşularına göre az olan petrol kaynaklarına, ek gelir kaynağı olarak turizmi de eklemiş. Geçen yıl, çoğu Fransız, İtalyan, Alman ve Cezayirli 5.5 milyon turist gelmiş Tunus’a. Kimisi çölün büyüsüne, kimisi Kartaca’nın geçmişine, kimisi kumsalların sıcaklığına, kimisi Andre Gide’in yazdıklarına, kimisi oryantalizmin renklerine kapılmış. Bense, kendi Tunus öyküme, başkenti sona bırakarak başlamak istiyorum.

Carthage Havaalanı’na adım attıktan yirmi dakika sonra, mavi ve yeşil ışıklarla aydınlatılmış Bourguiba Meydanı’ndayız. Sonundaki Saat Kulesi’nin altın sarısı rengi geceye karışırken uyuyor ve ertesi sabah erkenden kalkıyoruz. Tozeur’e uçakla gitmek yerine, yedi saatlik bir jeep yolculuğu yapacağız. Akdeniz’e veda etmek ve Chott Jerid’e, yani Tuz Gölü’ne varmak anlamına geliyor bu! Yol, Kairouan’dan geçiyor. Burası, 1988’de Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınmış. Ünlü Ulu Cami’si, İslam dünyasının en eski camilerinden ve en önemli hac yerlerinden biri. İçindeki 400’e yakın Roma başlıklı sütununu görünce şaşırmayın! Kartaca ve Fenike kentlerindeki antik yapılardan sökülüp getirilmiş tümü. Caminin çevresi halı satılan mağazalarla dolu. Kairouan halılarında, bol miktarda Türk motifi var. Güneşin kızıllığı mor bulutların ardında yitip gitmeden önce, Ulu Cami’nin minaresine ve duvarlarına vurup, yapıyı pastel bir resme dönüştürüyor.

Çöle doğru…
Tozeur, çöle bir adım kala sıcak yeraltı sularının yarattığı bir vaha-kent, bir turizm noktası. 3000’den fazla palmiye, hurma ve muz ağacının süslediği, lüks otellerle dolu Tozeur, çöl yolculuğu için sabırsızlanan turistlerle dolu. Kentin Ouled el-Hadef denen eski mahallesi toprak tuğlalarla yapılmış evlerin dar sokaklarını ve kemerlerden oluşan geçitleri saklıyor. Kentte bir de özel müze var: Dar Cherait… 1001 Gece Masalları’nın insan boyunda mankenlerle, ışık ve ses efektleriyle canlandırıldığı bir bölüm var. Ali Baba ve Kırk Haramiler’den Sinbad’a, Şehrazat’tan Alaaddin’in Sihirli Lambası’na kadar birçok masal kahramanının arasında geziniyorsunuz. Tozeur’de, Tunus Milli Marşı’nın sözlerinin şairi Abu Kasem Şebbi’nin kayalara oyulmuş dev büstünün önündeki parkta anlıyorsunuz ki; nerede su, orada palmiye! Sıcak su kaynakları Tunus’un damarları gibi. Vahaları da onlar yaratıyor. Rehberimiz Faouzia Jabeur, Şemi’nin dizelerini bize çeviriyor: “Halk hayatı tamamıyla arzu ederse eğer / Kader ondan yana olur / Ve gecenin koyu karanlığı yok olacak / Ve ezici zincirler kırılacak”

Nasıl ki, Akdeniz kıyılarında zeytin toplayanlarla karşılaştıysak, çöle yaklaştıkça da hurma dallarına tırmanan insanlarla karşılaşıyoruz. Tozeur’den sonra, Douz’a doğru yola koyuluyoruz. Büyük Sahra Çölü macerası başlamak üzere. Serap denilen yanılsamaya yol boyunca tanık oluyoruz. Tuz Gölü’nden geçerken, yol kenarında derme çatma kulübelerde bir şeyler içebilir ya da çöl gülü satın alabilirsiniz. Çöl gülünü çiçek zannetmeyin! Kalsiyum fosfatın, kumların altında yeraltı sularıyla birleşip yarattığı kristal bir oluşum. Hem ucuz, hem de dönüş için güzel bir hediye. Görüntüsü sizi yanıltmasın, kolay kırılmıyor, ama ağır. Tunus’ta her yerde yapmanız gerektiği gibi, satın alırken sıkı bir pazarlık edin. Bir de kırmızı, yeşil ya da maviye boyanmış olanlarını değil, doğal renkli olanlarını alın.

Douz’dan Matmata’ya…
Douz için, “Sahra’nın giriş kapısı” diyorlar. Jeep’ler, develer, bedeviler sahneye çıkıyor. “İngiliz Hasta” ve “Star Wars” gibi filmlerin doğal platolarından olan bölgenin her yerinde, turistik deve kervanlarına rastlayabilirsiniz. Balonla, “microlight”la uçabilir, “scooter”larla vahalarda dolaşabilirsiniz. Douz’a gidilecek en özel zaman, Aralık ayının son haftası. Bu zamanda, çölün en görkemli gösterisi olan Uluslararası Sahra Festivali yapılıyor. Binlerce Bedevi, Berberi ve Kuzey Afrikalı, göçebe halkların buluştuğu festivali yaratıyorlar. Deve yarışları, geleneksel çöl düğünleri, av gösterileri ve şahin uçurmalarla dolu üç gün yaşanıyor kumların üzerinde. Fotoğrafçılar için de, az bulunur bir buluşma Sahra Festivali. Douz’a 147 km uzaklıktaki Ksar Ghilane, çöldeki turistik noktalardan biri. İçinde doğal sıcak su kaynağı da bulunan bir vaha aslında. Palmiyelerle çevrili havuzlarda, kışın, 20 0C’den daha sıcak sulardan buharlar yükseliyor. Kıyısında salaş lokanta ve kafeler var.

Yakınlarında ise, Romalılardan kalma küçük bir kale kalıntısı… Ksar Ghilane’e giderken, akşamüzeri yola yakın çadırlar görürseniz, yaktıkları ateşlerin önünde durup evsahiplerini selamlayın. Koyunların ağıla dönüş zamanıysa eğer, Bedevilerin akşam rituellerinden birine tanık olacaksınız. Çöl tilkilerine ve kurtlara rastlamanız da olası. Ama eklemek gerek, özellikle kış aylarında geceleri çöl çok soğuk oluyor.
Bu yüzden çölde kaldığımız çadırların klimaları sabaha kadar çalıştı! Çadır otellerde otantik giysili kızlar size folklor gösterileri yaparken, aşcılar ise külün içinde pişirilen ekmekleri tatma olanağı sunuyorlar.

Bir sonraki durağımız, Matmata…

Burası bir Berberi köyü. Toprağın içine oydukları evlerinde, Kapadokya tarzı bir yaşam süren Berberiler’den geriye çok fazla insan kalmamış. 1960’larda onların evleri olan tünelimsi evler, bugün otel olmuş. Bunlardan birinde, George Lucas’ın ünlü filmi, Star Wars’un bir bölümü çekilmiş. Birçok gezi rehberinde ballandıra ballandıra anlatılsa da, birkaç kalıntıdan başka bir şey kalmayan bu sete uğramanızı önermem. Tunus’ta görecek o kadar çok şey varken, zaman kaybetmeyin.

Akdeniz’in kıyısında…

Biz Matmata’dan sonra Gabes’e gittik. Cerbe Adası’na uğramadık, ama yaz aylarının kraliçesinin bu ada olduğunu söylememiz gerek. İskelelere yığılan ahtapot testileri, balık pazarı, renkli balıkçı tekneleri, taş köprüleri, İskeletler Anıtı, Mumyalar Müzesi, flamingoları ve en önemlisi uzun kumsalları ve tertemiz deniziyle Cerbe, Tunus turizminin lokomotiflerinden… Sfax’ın karşısındaki Kerkennah Adası’nda da küçük plajlar var. Gabes’te Akdeniz’le buluşuyoruz ve denizi bir görüp bir kaybederek Sfax’a geçiyoruz. Sfax, bir endüstri kenti. Buradaki Dar Jelloui Müzesi ve bir kaleyi andıran “medina” gezmeye değer. Monastir kentinde Habib Bourgiba’nın mozolesi, balık pazarı, güzel yemekler yiyebileceğiniz bir marina, golf alanları; Sousse’da Fenikelilerin izleri, uzun kumsallar, Arkeoloji Müzesi, yatlar, thalassoterapi tesisleri ve tenis kortları var. El Jem’de Roma dönemine ait en büyük Coliseum’lardan birini gezebilirsiniz. Bir zamanlar arslanların kükremeleri, gladyatörlerin haykırışları ve binlerce seyircinin bağırışının birbirine karıştığı bu görkemli yapı, bugün turistleri ağırlıyor. Türkler’in en çok gittikleri Hammamet, eğlence endüstrisini öne çıkarmış. “Carthageland” diye adlandırdıkları eğlence merkezi, küçük bir Disneyland. Modern “medina”sındaki alışveriş merkezleri, lüks otellerindeki casinoları ve binlerce insanın güneşlendiği kumsalları onu Tunus’un favori yerlerinden biri yapıyor.

Mavi beyaz Sidi Bou Said…

Ama, Tunus’un incisi elbette başkenti. Bir Arap çarşısının tüm özelliklerini taşıyan çarşısı, 8. yüzyıldan izler taşıyan Ulu Cami’si, ‘souk’ları, Medersa’sı, Dar Othman Sarayı, Art Nouveau etkisindeki yapıları, Belvedere Park’ı, Gammarth ve La Marsa semtleri, birer sanat eserine dönüşmüş kuş kafesleri, Kartacalılar’dan kalan antik kent kalıntıları ve hareketli hayatı ile ülkenin gözbebeği.
Başkentteki Bardo Müzesi, Kuzey Afrika’nın en büyük arkeoloji; dünyanın da en büyük mozaik müzesi. Antakya Müzesi’ndeki ve Zeugma’daki mozaikleri fotoğraflamış biri olarak, Bardo’dan etkilendiğimi söylemeliyim. Müzede tarihöncesi çağlardan Roma dönemine, Mahdia denizaltı kazılarından çıkan buluntulardan mücevherlere kadar birçok eser sergileniyor. Mozaiklerde, Romalı zenginlerin günlük yaşamlarından şair Virgilius’a kadar birçok kişi ve olay tablo gibi resmedilmiş. Mutlaka gezilmeli.

Tunus’a gitmek için yazdıklarımın hepsi ayrı birer gerekçe olabilir, ama bir tanesi de cebinizle ilgili! Tunus’ta tatil birçok ülkeye göre daha ucuz.

Yaz sıcağının ortasında kavrulmadıktan sonra, Tunus’a giden herkes keyif alacak bir şeyler bulabilir. Ama benim en çok keyif aldığım yer, Sidi Bou Said oldu. Beyaza boyanmış evleri, maviye boyanmış kapıları ve pencereleriyle Akdeniz güneşinin ışığı altında tanıştım. Café des Nattes’tan aşağıdaki teknelere bakarken, çamfıstıklı nane çayımı yudumladım. Andre Gide’in, Simone de Beauvoir’la Jean Paul Sartre’ın anılarını bıraktığı yerde Akdeniz’le bakıştım. Sonra, Arap ve Akdeniz Müzik Merkezi’ne indim. Orada, nakış gibi işlenmiş bir tavanın altında, bir gitar öğretmeni öğrencilerini çalıştırıyordu.

Tunus’a aşık olup geçen yüzyılın başında Sidi Bou Said ruhunu yaratan Baron Rodolphe d’Erlanger’in, karısı Elizabeth için yaptırdığı bir saray olan yapıdan çıkıp güneşin altında yeniden yürümeye başladığımda mırıldandım: “Yeryüzünde güzel olan her şeyi yaratan, aşk değil mi?
Bir yanı çöl, bir yanı deniz Tunus Bir yanı çöl, bir yanı deniz Tunus Reviewed by Editor on Çarşamba, Şubat 12, 2014 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.