Gümüşhane

Gümüşhane’nin Tarihi Eserleri

Küçük cami Gümüşhane’de Ulu cami arkasında bahçeler içerisinde çiçek ve motif süslemeleri olan, gri renkli taştan yapılmış bir camidir. Süleymaniye camisi de bir çok onarımlar nedeniyle özelliğini kaybetse de Gümüşhane’nin önemli bir tarihi eseridir. Ayrıca Gümüşhane’nin antik kenti olan Satala, Kelkit’in güney doğusundaki Sadak köyünde bulunan Roma dönemine ait antik kent ve kaledir. Akçakale, Avliyana, Canca, Edire, Kalecik, Keçi, Kodil, Kov, Torul bu şehrimizin görülecek diğer kaleleridir. Pekün adında da bir kaplıcası bulunmaktadır. Ayrıca Cebeli ve Yaylık mağaraları oldukça ilginç görünümü olan yerlerdir.

"Vatan, Antalya’da bir mavi su, Poshof’ta bir çorak tarla, Gümüşhane’de bir yemyeşil bahçe" demiş ozan. "Dağ içinde bağ" deyiminin pek yakıştığı Gümüşhane, tarihindeki meşhur bahçelerini bugün biraz arasa da, sert ve sulu, hoş kokulu elması, onlarca çeşit armudu, pestile ve kömeye lezzet veren dutu, uluorta bitiveren, bol dikenli, vitaminli kuşburnuyla halâ gözde. Tarihi MÖ. 3000’lere kadar dayanan Gümüşhane, Roma ve Bizans döneminde adını aldığı gümüş ocaklarını ve tarihi İpekyolu üzerinde bulunması sebebiyle, 19. yüzyıla kadar canlılığını hep korumuş. O tarihten sonra ise madenlerin tükenmeye yüz tutması ve birbiri ardı sıra gelen işgaller nedeniyle göç kervanı yola düzülmüş. Bugün bile en önemli sorunu göç, Gümüşhane’nin.

Bu "küçük şehir" konumunun verdiği tezatları içinde barındırıyor; aynı zamanda bu tezatlarla zenginleşiyor. Ne kara iklimi hakim diyebiliriz buraya, ne de deniz iklimi. Sarp, çıplak kayalıklar bir yanda, yeşilin her tonuna bürünmüş ormanlar diğer yanda. Birinin elinde kemençe, diğerinin elinde tulum, kiminde de davul zurna. Toprağın rengi bile değişiyor çoğu yerde.

Aslında Gümüşhane’yi anlatmak için söze Zigana’dan, şehir kapısının kilidi olan o ünlü geçitten başlamak gerek. Trabzon’u Erzurum’a, oradan da İran’a bağlayan yolun en zor aşılan, geçit vermedikçe adı kulaktan kulağa yayılan Zigana’nın bağrında bugün yaklaşık 2 kilometre uzunluğunda bir tünel var. Bu tünelle, fındık ağaçları ve yaprakları pırıl pırıl parlayan karaağaçlarla çevreli Trabzon-Gümüşhane yolu 25 km. kısalarak 100 km.’ye inmiş. Ama manzaranın tadını çıkarmak isterseniz, teklonoji harikası tüneli bir kenara bırakıp eski han kalıntılarına da rastlayabileceğiniz o kadim yolu kullanabilirsiniz.

Zigana Dağı Turizm Merkezi tesislerine giden yol tünele girmeden solda kalıyor. Kışın kayak, yaz geldiğinde de çim kayağı yapılan bu belde, piknikçilerin en çok rağbet ettiği yer. Zigana Dağı’nın ardındaki Kadırga Yaylası ise, yayla zengini Gümüşhane’nin irili ufaklı 200 yaylasının en ünlüsü. Temmuz ayının üçüncü cuması yaylada yapılan geleneksel yayla şenliklerine 35-40 bin kişi katılıyor.

Nüfusu giderek azalan Gümüşhane’nin merkezi, şehri kollayan iki dağın, 2000 metre yükseklikteki Alemdar ve Kuşakkaya’nın arasında, ortasından Harşit çayının aktığı derin bir vadiye yayılmış. Şehir merkezinin güney batısında, 17-18. yüzyıllarda şimdinin iki katı insan yaşadığı, sırtını dağlara yaslayan ve evleri setler halinde yükselen Eski Gümüşhane yeni şehri gözlüyor. Bu şehir ki, İran seferi sırasında burada konaklayan, gümüş madenlerini görüp tabiatına hayran kalan Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle kurulmuş. Eski Gümüşhane’de, tarihi boyunca üç farklı topluluk; Rum, Ermeni, Türk barış içinde birlikte yaşamış. Mahalleler arasında dolaşıp taştan, cumbalı, pencere ve kapı kenarları süslemeli Rum evlerinin, bahçesi meyve ağaçlarıyla dolu, tahta oymalı tarihî Türk konaklarının önünden geçiyorum. Hüzünlü bir hava hakim bu şehre. Hem eski hem de yeni şehri güzelleştiren, zenginleştiren tipik Gümüşhane evleri genellikle iki katlı, ahşaptan, taştan ya da kerpiçten. Ama her zaman bahçe içinde, geniş sofalı, odaları ferah. İnce kapı süslemeleri, kapı tokmakları, pencere alınlıklarındaki ve saçak altlarındaki işleme motifleri görülmeye değer. Evlerin çatıları, Gümüşhane’ nin köy evlerinde de olduğu gibi kar tutmasın diye dik, sac ya da çinkodan yapılma.

Ama Gümüşhane’de Sarıçiçek köyünde öyle iki ev var ki, hepsinden bir başka. Bu evlerin özelliği odaların içinde ve hikayesinde saklı. 1870’lere bir ahşap ustası ve çırağı, konuk odasını ahşap işlerle bezemeye başlarlar ama araları açılır. Çırak, diğer evin odasında marifetini sergilemeye koyulur. Üç yıl, gece gündüz birbirlerini görmeden çalışırlar. Sonunda çırağın işlemeleri köylüler tarafından daha çok beğenilir. Bunun üzerine usta mesleğini bırakarak köyü terk eder. Odalarda tavan, dolap kapakları, tavan köşeleri, duvarı çepeçevre saran kemer, ağaç sütunlar hep süslemeli, zarif bir güzellik içinde. Bir de evlerin sahipleri tarafından bozulmasın diye boyandıkları için rengârenkler.

Gümüşhane’yi gezerken hep tarihle iç içe insan. Çıplak bir dağın ya da kayanın tepesinde yüzyıllardır çevreyi ve birbirini kollayan kaleler, bir yakayı diğerine bağlayan taş köprüler ve terk edilen antik kentler.

Hafif bir rüzgarda yaprakları salınan kavak ağaçlarının tam karşısına kurulu eski Rum köyü İmara, zamanının en büyük yerleşim yeri ve ticaret merkeziymiş. Bugünkü Olucak köyünün sınırları içinde bulunan 550 hanelik köyden geriye 60 hane ve çevredeki irili ufaklı kiliselerin merkezi, Kızlar Manastırı kalmış.

Yine çok önemli bir antik kalıntı da Şiran ilçesine 12 km. uzaklıkta Çakırkaya köyünde bulunuyor. Tarihi, milattan önceye uzanan kilise; odalar tamamen kayalara oyularak yapılmış. Gökyüzüne uzanan inanılmaz bir manzara.

Yerin altına doğru uzanan büyüleyici bir başka manzara da, neredeyse ünü Gümüşhane’yi geçen Karaca Mağarası’nda bulunuyor.

Büyülenerek dikitlerin ve sarkıtların önünde kalakaldığım bambaşka bir dünya burası. Çok büyük olmamasına karşın damlataşlarının sık ve yoğun olduğu Karaca Mağarası, binlerce yılda oluşturduğu çeşitli renk ve şekildeki saklı güzellikleriyle hayal gücümüze oyunlar oynuyor.

İlk mağara deneyimimden sonra, Karaca Mağarası’ndan ziyarete açılmasını dört gözle bekliyoruz. Gümüşhane’yi anlatırken Tomara Şelalesi’ni atlamak olmaz. Tek kaynaktan çıkan su kayaların arasından kendisine yollar oluşturarak, 10 metre yükseklikten aşağı, gümbür gümbür dereye iniyor. Bu yeşillikler içindeki doğa harikasında, buz gibi suya bıraktığımız meyvelerimizi, kulağımızda suyun dinlendirici melodisiyle bir başka tatta yiyoruz. Sıra geldi Gümüşhane’de beni en çok etkileyen yere, yani Örümcek Ormanları’na. Kürtün yolunda gördüklerim göreceklerimin bir habercisi sanki. Dağlar yemyeşil yol boyunca uzanıyor, o dik yamaçlara kondurulmuş köy evlerine hayretle, biraz da gıptayla bakıyorum. Bazen sisin ardında kalıp görünmüyorlar bile. Patika bir yoldan kıvrıla kıvrıla dağa tırmanmaya başlıyoruz. Ne kadar çıksak yol bitmiyor. Dağdan gelen suyu, çevredeki böğürtlenleri tatmak ve köylü kadınların topladığı fındıklardan yemek için duruyoruz. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi, Gümüşhane’de de bir merhabayla yüreğini açıyor insanlar. Eteğine topladığı eriği bizimle paylaşan köylü kadının gözleri, yaşadığı bu güzel yerin bir parçası olmuş sanki. Öyle yeşil, aydınlık ve berrak.

Çok oyalanmamak lazım, sis basmadan Avrupa’nın en uzun göknarlarının bulunduğu noktaya ulaşmak gerek. Tam 400 yaşında bu ağaçlar. Hemen yanlarında Türkiye’nin en uzun ladinleri... Sis yavaş yavaş inmeye başlıyor. Anıt ağaçların kuytusunda yürüyorum, yakınlardan bir su sesi geliyor. Minik bir şelale... Su akıp gidiyor, çevre ıssız, sessiz, puslu ve hafif ıslak. Ağaçların ilahi yüksekliklerinden gözlerimi toprağa çeviriyorum. Yerde pırıl pırıl parlayan, kıpkırmızı minik dağ çilekleri. Bir tane ağzıma atıyorum. Bir tane, bir tane daha... Adım adım dağ çileğinin peşinden ormanın derinliklerine dalmak, her şeyi geride bırakmak... Yüzümde hafif bir gülümseme usul usul yürüyorum.
Gümüşhane Gümüşhane Reviewed by Editor on Pazartesi, Ocak 27, 2014 Rating: 5

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.